“Kazanılması gereken bir seçim değil bir savaş vardır!” « Hatay Yeni Haber Gazetesi

23 Mayıs 2024 - 02:59

“Kazanılması gereken bir seçim değil bir savaş vardır!”

Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.

reklam
“Kazanılması gereken bir seçim değil bir savaş vardır!”
Son Güncelleme :

14 Ekim 2022 - 10:01

226 views

“Kazanılması gereken bir seçim değil bir savaş vardır!”

Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.

Aksakal açıklamasında;

“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,

Sizleri en içten duygularımla selamlıyorum, hoş geldiniz.

İkinci kez Korona’ya yakalandığım için bir müddet ayrı kaldık. Genel olarak bir rehavet ortamının varlığı ve mevsim geçişlerindeki handikaplar maalesef bu zemini besleyen faktörler olarak karşımıza çıkıyor.

Bu vesileyle aynı sıkıntıyı yaşayan tüm yurttaşlarımıza da acil şifalar dileğimi iletmek isterim.

Sürekli olarak ikaz ettiğimiz bir hususu yeniden hatırlatarak sözlerime başlamak istiyorum.

Bir ülkenin bağımsızlığının güvencesi, ekonomik olarak güçlü olmasına bağlıdır.

Cumhuriyetimizin ve devletimizin bânisi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği şekliyle de söylemek gerekirse;

“Ekonomisi zayıf bir ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz.”

Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur.

Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, kısa zamanda söner.”

Daha açık nasıl tanımlanır bilemiyorum ama bu uyarılara ısrarla uzak durmanın, gereğini yapmaktan inatla kaçınmanın hangi çıkarlarımıza hizmet ettiğini izah edecek biri varsa beri gelsin.

Bir ülkenin ekonomisinin bu kadar gelişigüzel, bu denli el yordamıyla, bu kadar öngörüsüz ve günübirlik reflekslerle yönetilmesinin, o milletin geleceğine yönelik en büyük tehlike olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Bugünkü görünümüyle “nebati hayata” girmiş olan ekonomi için önümüzdeki en büyük tehlike ise “solunum cihazına” bağlanmak zorunda kalabileceği ihtimalidir.

Bunu hangi yaşanmışlığın üzerine söylediğimi sorarsanız;

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,

Bir ülke ekonomisinde zaman zaman iniş-çıkışlar olur, enflasyon artar-eksilir, kur hareketlenmeleri yaşanır, hayat pahalılığı hissedilir, bunlar normal şeylerdir. Fakat; Akaryakıt fiyatları dört gün üst üste değişir mi?

Bu nasıl bir sistem yönetimidir? Gerçekten bunun anlaşılır bir izahının yapılması zorunluluğu vardır.

Motorine dört günde 5,40 liranın üzerinde zam yapıyorsunuz, altıncı günde 2,13 lira indirime gidiyorsunuz. Deyimi yerindeyse pompaları yaz-boz tahtasına çevirdiniz!

Geçen yıl Aralık ayında asgari ücrete yapılan zam oranı daha yılın ilk aylarında sıfıra indi ve devlet sürekli genel bütçesinden bu açıkları tolere etmeye çalışan zihniyetle durumu idare etme gayretinde.

Peki nereye kadar?

Gelin bu anlamsız inadınızdan vazgeçin, şu Büyükşehir Yasasını değiştirin ve köyleri köylülere geri verin. Öyle “kent tarımı” türünden uydurma yöntemlerle tarımı geliştirme imkânının olmadığını sizler de en az bizim kadar biliyorsunuz.

Maydanoz, dereotu, marulla tarımsal kalkınma olmaz, geniş arazilerin üreticiye tahsis edilmesi kaçınılmazdır.

Eğer bunu yapacak kadrolarınız yoksa Demokratik Sol Parti olarak tüm birikimlerimizi devletimizle paylaşırız, isteyin çekinmeyin!

Evet; dünya bir pandemi sınavından geçti ve bu sınav henüz tam olarak tamamlanabilmiş de değil. Ama sadece biz geçmedik ki bu sınavdan. Tüm dünya geçti.

Pandemi’nin çıkış merkezi Çin’de bile enflasyon yüzde 3 seviyelerinde iken bizde TÜİK verilerine göre yüzde 82,5 hayatın gerçeklerine göre ise yüzde 300!

Bu yük taşınabilir olmaktan çıkmıştır, acil önlemler alınmak zorundadır.

Dolayısıyla, söylediklerimize lütfen kulak verin. Atatürk’ü dinleyin! “Tüketici yaşamak iyi değildir. Üretici olalım.” diyor Atatürk.

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar,

Dünya yerleşkesinin küresel egemen güçlerce yeniden dizayn edilmesi süreci hız kesmeden devam ediyor.

Bu yeni paylaşım savaşının yöntemi ve stratejilerinin algılanması hayli zaman alacak gibi görünse de bu konuda kendi stratejilerimizi kurgulamak mecburiyetinde olduğumuz da hatırdan çıkarılmamalıdır.

Dikkat edilirse Türkiye, tarihinin en yoğun emperyalist kuşatması altında bazı kararları almaya zorlanmaktadır.

Bir taraftan ABD öncülüğünde yürütülen Ortadoğu’da yeni devlet yapılanması projesi, diğer taraftan AB’nin fırsatçı politikalarla gerek Ege’de, gerekse Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizi engellemeye ve hatta yok etmeye çalışması bunlara en bariz örneklerdir.

ABD’nin GKRY’ne yönelik silah ambargosunu kaldırma kararı, AB ile birlikte oluşturdukları kurgunun bir parçasıdır.

Sürmekte olan ve muhtemelen daha da girift bir hale bürünecek gibi görünen Rusya-Ukrayna savaşının bölgesel bir felakete yol açmaması doğrultusunda yürütülen Türkiye Dış Politikası büyük öneme haizdir.

Bu misyonumuzu ve gücümüzü ekonomik ve uluslararası siyaset zemininde mutlak surette lehimize kullanmamız gerekir.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın bugün Rusya Federasyonu Başkanı Putin ile yapacağı görüşme de bu açıdan önem arzediyor.

Dünya yeni bir çılgınlığı taşıyabilecek durumda değildir.

Yürütülen paylaşım savaşında konvansiyonel silahların dışında bir seçeneğin, yani nükleer silah kullanımına dair ihtimallerin konuşuluyor olmasının bile ülkelerin ekonomilerini ne hale getirdiğine canlı şekliyle tanıklık ediyoruz.

Türkiye tarihi bir dönemeçtedir. Ekonomide yaşanan olumsuzlukların yanı sıra uluslararası alanda yaşayabileceğimiz en ufak bir zafiyet telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilir.

Reklam

Değerli basın mensupları,

Sayın Cumhurbaşkanının BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmasında özellikle KKTC’nin başta dost ve kardeş ülkeler olmak üzere ve esasen tüm müttefiklerimizin tanınmasına yönelik çağrısını yerinde gördüğümüzü ifade etmek isterim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuşmasında; ‘Kıbrıs Türk halkının egemen eşitlik hakkının tescil edilmesi Ada’daki çözümün anahtarıdır. Uluslararası toplumu, BM prensipleriyle çelişir şekilde ambargolarla dünyadan koparılmaya çalışılan Kıbrıs Türklerine yönelik zulme son vermeye ve Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımaya davet ediyoruz.’ ifadelerini kullanmıştı.

Oysa geçmişte hatırlayacaksınız, faşist darbeci Kenan Evren 8 ülke KKTC’yi tanımak isterken, “Yunanistan’dan söz aldık, Ege’de rahat duracaklar, AB üyeliğinde ses çıkarmayacaklar” diyerek bu tanımaları reddetmişti!

O günlerden bu günlere kadar geldik.

Bu konuşmalardan sonra Rusya Federasyonu KKTC’ye doğrudan uçuşlar başlatacağını ve Konsolosluk işlevi gören bir ofis açacağını duyurmuş olsa da bu girişimin bir “tanıma” olmadığı aşikârdır, yetmez, başta Azerbaycan olmak üzere gerçek manada tanıma kararlarının ilân edilmesine yönelik diplomatik baskılar yoğunlaştırılmalıdır.

Hele ki bu konuda sözde en önemli “müttefikimiz” ABD’nin KKTC’yi tanımasına yönelik stratejilerimizi yoğunlaştırmalıyız.

Oysa bugün ABD tarafından öncülük edilen girişimlerle batıda Yunanistan, doğuda Ermenistan, güneyde PKK/PYD ve Kıbrıs konuları kaşınarak bir yara açılmaya çalışılıyor.

Yapılanlar karşısında umursamaz tavır ve söylemler gerçek duruşumuzun ciddiye alınmasını perdeler mahiyettedir, bu yaklaşım derhal terkedilmeli, Türkiye Cumhuriyeti devleti artık kararlılığını “anlaşılır biçimde” ortaya koymalıdır.

Yunanistan’ın sınırımızın dibine kadar silah yığınağı yapması, yüzme mesafesindeki işgal ettiği bize ait adaları tamamen kanunsuz şekilde silahlandırması sadece “kabul edilemez” değil, hazmedilemez bir durumdur.

Bu saatten sonra da “bir gece ansızın gelebiliriz” söyleminin etkisinin olmadığı ve olmayacağı da gün gibi ortaya çıkmıştır. Gereği neyse yapılmalıdır.

Değerli basın mensupları,

2023 seçimlerine doğru zaman büyük bir hızla ilerliyor.

Seçimler demokrasilerin vazgeçilmez yöntemlerinin başında gelir ama eğer sahibi olduğunuz bir vatanınız yoksa o zaman yaşatılacak bir demokrasiden de söz etme olanağımız kalmayacaktır.

Dolayısıyla, önümüzdeki sürecin en önemli olgusu şudur ki; kazanılması gereken bir seçim değil bir savaş vardır!  Bu savaş da yeni bir kurtuluş savaşıdır.

Bu süreçte uluslararası diplomasi de elbette “Yurtta barış, Dünya’da barış” ilkesi temelinde kurgulanmalı ve yürütülmeli ancak Türkiye olarak jeopolitik konumumuzun önemini ve değerini iyi tahlil edip buna göre kararlar ihdas etmemiz gereği de bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Reklam

Biliyor ve görüyoruz ki Türkiye sistematik bir şekilde iki partili siyasi yapıya doğru evriltilmeye çalışılıyor.

Bunun en çarpıcı göstergesini iki ana ittifak yapısının dışında oluşacak seçeneklerin kamuoyu gündeminden özenle uzak tutulması şeklinde tanımlayabiliriz.

Dikkat ederseniz iktidarı oluşturan Cumhur İttifakı karşısında alternatif olarak dayatılan Millet İttifakının, bu yılın başından beri sürdürülen istikşafi görüşmelerinden bir türlü sonuç alınamıyor.

Bir masa etrafında toplanan siyasi partilerin geleceğe dair halka yönelik söylemlerine, öncelikle birbirlerinin ciddi itirazlarını da göz önüne alırsak toplumu ikna edecek bir güç oluşumu ihtimali her geçen gün zayıflıyor.

Masanın oluşmasına öncülük eden ana muhalefet partisinin Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu ise bu kritik dönemde küresel sistemin oyun kurucusu ülkelere, yani ABD, İngiltere ve Almanya’ya bir takım ziyaretler düzenleyerek bu ziyaretler sonrası için  “Bu sefer ülkemizi bu girdaptan çıkaracak bir de planımız var. Köklü bir ekonomik ve toplumsal değişimden söz ediyorum. Kasım ayında herkes her şeyi duyacak.” diyerek önemli bir noktaya işaret ediyor.

AK Parti işbaşına getirildiğinde “değişim ve dönüşümü başlatıyoruz” demişti. Bugün de yeni bir dönüşüm planı ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye hareket etmeden önce Meclis gündemine zamansız, gereksiz ve anlamsız bir şekilde getirdiği “sözde başörtüsü” sorunu için kanun teklifinin devamında Seferihisar’daki parti toplantısındaki konuşmasına işaret ederek “ ‘Benimle misiniz’  diye seslendiğimde, elbette bu kanun teklifimin sadece başlangıç olduğunu bilerek seslendim. Daha büyük

meseleler de var ve yürekli bir şekilde çözümler getireceğiz hepsine.” şeklindeki yaklaşımı, Ak Parti tarafından 2002 yılında başlatılan “değişim ve dönüşüm stratejisinin yeni bir aşamasında mıyız?” sorusunu aklımıza getiriyor.

Ortadan kalkmış olan bir “başörtüsü” konusundan daha büyük meseleler nelerdir?

Nasıl büyük bir meselelerle karşı karşıyayız ki bunlar ancak “yürekli” bir şekilde davranarak çözülebilir?

Meselâ; sözde Ermeni soykırımını mı kabulleneceksiniz? Ya da PKK terör örgütüyle sözde barış masası mı kuracaksınız?

Yoksa büyük bir kurtuluş mücadelesi sonrasında kurulmuş yeni lâik Cumhuriyet rejimine karşı başkaldıran isyancı Seyid Rıza ve avanesinden özür mü dileyeceksiniz?

Sayın Kılıçdaroğlu sözlerinin devamında “Bu riski almak zorundayım. Başarılı olur muyum bilmiyorum… Ama deneyeceğim.” diyor.

Yapacaklarınızı bir “Risk” olarak tanımladığınıza göre buradan normalin dışında bir içeriğe sahip olduğu anlamını çıkarmak mümkün.

Bu durumda gerek CHP tabanında yer alan gerçek Atatürkçülere, gerek Atatürk’ü ve Türk milliyetçiliğini topluma kılavuz olarak gösteren altılı masa siyasetçilerine şunu da sormamız gerekiyor;

Böyle bir programdan sizin de bilginiz ve kabulünüz var mıdır?

Lâik Türkiye Cumhuriyeti deneme tahtası mıdır?

Vatandaşa anlatılanın dışında nasıl bir Anayasal düzen arayışı vardır ki bunun gerçekleşebilmesi için mangal gibi bir yürek gerekiyor?!

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar,

Şunu açıkça ifade etmeliyim ki, Türkiye’nin geleceği noktasında çözüm ve destek arayışlarının küresel emperyalizm düzlemindeki kurum ve kuruluşlardan alınacak akılla sağlanacağı inancı esasen Atatürk’ün Tam Bağımsız Türkiye idealine de taban tabana zıttır.

Bugün ABD yönetiminin inayetine, İngiltere’nin vizesine, Almanya’nın hoşgörüsüne sığınmaya çalışan bir siyasi yapının yarın Türk milletinin geleceğine dair yaratacağı tahribatın boyutu tahmin edilemeyecek kadar büyük olacaktır.

Bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur, hele hele Cumhuriyeti kuran bir iradenin temsilcilerinin böyle bir misyona soyunmaları asil Türk milletine ihanetle eşdeğerdir.

2002’de biz bu filmi görmüştük.

O gün ABD’nin yörüngesinde iktidara gelenlerin, bugün hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalmış olduklarını ve sürüklendikleri girdaptan çıkış çabalarını ibretle izliyoruz.

Kısacası bize bizden başka dost yoktur. Bunun böyle bilinmesi şarttır.” şeklinde konuştu.

Reklam

http://www.asitemizlik.com.tr, Bu Reklam Linki ile firmamıza başvuru yapanlara firmamız tarafından %10 indirim yapılacaktır.

reklam

YORUM YAP

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.