
MİLLETİN HİKAYESİ: KORKU DUVARLARINI YIKAN BİRLİK
Bazı anlar vardır ki kaleme almak yerine izlemeyi tercih edersiniz. Çünkü kelimeler yetersiz kalır, yaşananlar ise tarihin en gerçekçi sayfalarına kazınır. İşte ben de böyle bir zamanda yazmak yerine izlemeyi seçtim. Halkın, bir haksızlığa karşı sağcısı, solcusu, genci, yaşlısı, öğrencisi, emeklisi, esnafı, doktoru, avukatıyla nasıl omuz omuza verdiğini, nasıl yasakları delip engelleri aştığını gözlerimle gördüm.
Yasaklar vardı, baskılar vardı, tehditler vardı. Ama halk korkmadı. Çünkü bu sefer mesele ne bir ideoloji ne de bir taraf meselesiydi; mesele adaletti, hak arayışıydı. Kendi hakkını arayan bir halk, sadece bir gün değil, ertesi gün de meydanlardaydı. “Birkaç bin kişi” dediler, ertesi gün milyonları buldu. Korku duvarları birer birer yıkıldı.
Öğrencilere “provokatör” dediler ama onlar polislere karanfiller uzattı. Esnafa, emekliye, gence “marjinal” dediler ama onlar kimseye zarar vermeden, yalnızca anayasal hakları olan eylem haklarını kullanarak dünyaya bir insanlık dersi verdiler.
Bu hikâye saf, temiz ve tertemizdi. Çünkü bu insanlar hiçbir şeye zarar vermeden, tek bir cam kırmadan, tek bir insana kötü söz söylemeden, sadece ve sadece haklarını savunarak yürüdüler. Ve dünya ilk defa bizi kıskandı. Çünkü bu halk öyle bir olgunluk, öyle bir insanlıkla hareket etti ki, izleyen herkes hayran kaldı.
Bu hikâye sağın-solun, doğunun-batının, Türk’ün-Kürt’ün değil, bir milletin hikâyesiydi. Belki de en büyük başarı, düşmanlarını çıldırtırcasına kardeşçe bir duruş sergilemeleriydi. En büyük zafer ise tüm dünyaya şunu göstermeleriydi:
İyilik isteyen, hak yemeyen ve hakkını arayan hiçbir zaman kaybetmez.
